Lûtfen gelmeyin!..

Lütfen gelmeyin! Kuzey Ege’nin çeşitli yerlerinde yerleşik yaşamı tecrübe etmiş ve halen de Kazdağları’nda, bir köyde yaşamakta olan biriyim. Bu bölge şehir hayatının türlü sıkıştımalarından bunalmış insanların bir şekilde gelip yerleşmek istedikleri bir bölge olma niteliğini yeni kazanmış değil. Ancak; özellikle son bir yıldır alışılmış yaşam şartlarını kökten değiştiren salgın hastalıkla birlikte, sürekli yaşama plânları ile gözünü bu bölgeye çeviren kentli insan sayısında ciddi bir patlama oldu. Daha önce ya birkaç günlük tatiller veya bilemediniz birkaç aylık yazlık hayatları için bölgeyi tercih eden kentliler şimdi belde belde, köy köy dolaşarak ‘’satılık ev, arazi, zeytinlik’’ sormaya başladı. Benim köyde oturduğum evin hiçbir tarafında ‘’satılık’’ yazmamasına ve içinde sürekli bir hayat olduğunun her şekilde görülüyor olmasına rağmen, yabancı plâkalı araçlardan inen insanlar ‘’ev satılık mı, satmayı düşünüyor musunuz, satarsanız kaça satarsınız’’ gibi tuhaf sorularla geliyor uzun zamandır… Salgın hastalığın daha da zorlaştırdığı kent hayatları göz önünde tutulursa, bu talep patlaması bir yere kadar anlaşılabilir elbette. Ama bu gayet belirgin ‘’hastalıktan ve zorlayıcı şartlardan kaçma isteği’’nin ne kadar gerçekçi olduğu üzerinde bence epey düşünmek gerek. Bu öyle aceleyle alınamayacak kadar radikal, önemli bir karar. Buradan hareketle kendi tecrübelerimin, gözlemlerimin ışığında bir liste hazırladım. Buyrun efendim: * Şimdiye dek yaşadığınız kentlerde kolaylıkla ulaşabildiğiniz ve yaşama alışkanlıklarınızı oluşturan çoğu şeyin (hastane, postane, pastane, banka şubeleri, devlet daireleri, AVM’ler, restoranlar, kafeler, eğlence yerleri vb.) bulunmayacağını ve bu durumun sizi zorlayabileceğini hesaba katmadan gelip yerleşmek niyetindeyseniz lûtfen gelmeyin! * Apartman hayatına alışık bünyeleriniz açık havayı, yeşilliği, deniz kıyısında olmayı, doğanın içinde bulunmayı özlüyor olabilir, bu çok normal. Ancak apartman dairelerinden çıkıp buralara geldikten bir müddet sonra sabahın köründe ötecek horozlardan, geceleri havlayacak köpeklerden, teraslarınıza doğal atıklarını bırakacak kuşlardan, bahçelerinizde göreceğiniz salyangoz, kurbağa, kaplumbağa, kirpi, yılan-çıyan, duvarlarınızda dolaşacak türlü kertenkele, örümcek, böceklerden, bahçe mobilyalarınız üzerinde bazen oturacak kedilerden, bilhassa köylerde yaşamayı seçmişseniz rüzgârın burnunuza taşıyacağı koyun-keçi-inek gübresi kokularından, yazın tozdan, kışın çamurdan şikayet ederek söylenmeye ve uçan-kaçan herşeyin üzerine zehirli ilaç boca etmeye başlayacaksanız lûtfen gelmeyin! * Hep özenerek bahsettiğiniz o meşhur ‘’doğada yaşam’’ kavramı içinde yukarıda saydıklarımdan çok daha fazlası vardır. Fobileriniz ve hobileriniz böyle şartlara uymayacaksa, gittiğiniz yerdeki doğanın sizin kişisel anlayışlarınıza göre şekillenmeyeceğini de unutmayın. Doğayı kendinize göre dizayn etme, ehlileştirme, adam etme şansınız bulunmadığını baştan kabûl etmeyecekseniz lûtfen gelmeyin! * Büyük kentlerden geliyorsunuz, şehirlisiniz, amennâ, biliyoruz. Ancak sürekli yaşamak için ev satın alarak veya yaptırarak gelip yerleşeceğiniz küçük yerlerde doğduğundan beri yaşamakta olan yerli halkı kendinizden çok aşağı, çok cahil, çok kaba görerek adetâ vahşi kabile mensubu muamelesi yapacaksanız hele, sakın gelmeyin! Medeniyeti buralara siz taşımayacaksınız, kentli alışkanlıklarınızın aynen devamına niyetlenerek yerli halkı boğacaksanız, tepeden bakacaksanız, ‘’bizim sayemizde buralara kanalizasyon, elektrik, su, yol, internet geldi, sayemizde biraz medeniyet gördünüz!’’ havalarına girecekseniz sevilmeyeceğinizi, kabûl görmeyeceğinizi baştan bilin. Yabancı olduğunuzu, sonradan gelip yerleştiğinizi, üstelik kimsenin sizi kırmızı mumlu davetiye ile ‘’gelin kasabamızda, köyümüzde sürekli yaşayın, biz de sizi bekliyorduk zaten’’ şeklinde çağırmadığını, bu seçimi bizzat kendinizin yapmış olduğunu unutacaksanız lûtfen gelmeyin! * Farklı çarşı-pazar, yeme-içme, alışveriş alışkanlıklarınız vardır ve bu da çok normaldir elbette. Ancak kent hayatı içinde özlemini çektiğiniz o ‘’doğal, ev yapımı, köy usûlü, geleneksel, yöresel, organik’’ kavramlarının hakikisi ile buralarda karşılaşma şansınız sizin seçiciliğinize, algınıza ve bilincinize bağlı olacaktır. Bu konuda da size rehberlik edecek kişiler gene yöre halkından, dürüst esnaftan çıkabilir ancak. Aksi takdirde, çarşıda-pazarda her ‘’organik, ev yapımı, köy bilmememnesi’’ ifadesi ile satılan herşeyin üzerine atlar ve olağanın çok üzerinde paralara bunları satın alırsanız yani, bunu demek istiyorum, sonradan bizzat kendinizin şikayet edeceği fahiş fiyat politikalarının yerleşmesine alan açarsınız. ‘’Şehirli-yazlıkçı fiyatları’’ mantığı bir defa yerleşince kolay ortadan kalkmaz, paranın yüzü tatlı gelir. Ve nerede olursanız olun, piyasalar arz-talebe göre şekillenir. Bu defa yerli halk da bu acayip yüksek, anlaşılması zor fiyatlardan alışveriş yapmak zorunda kalır/kalmaktadır. Çakmayı gerçeğinden ayırdedecek bir alışveriş bilincine sahip değilseniz, şehre göre uygun fiyatlı bulduğunuz herşeye istenen paraları ödeyip sonradan kazıklanmaktan şikayet edeceğinize lûtfen gelmeyin! * Elbette farklı yaşam tarzlarına, farklı siyasi-felsefi görüşlere, farklı inanç biçimlerine dahil olabilirsiniz. Lâkin; kentli hayatlarınızdan vazgeçerek gelip yerleştiğiniz küçük yerlerin genel kültürel, siyasi, geleneksel teâmüllerini baştan bilmeniz, tamamen olmasa da kısmen tanımanız çok önemlidir. Bunları hiç önemsemeden, sadece ‘’ağaç, kuş, çiçek, böcek, doğal gıda, temiz hava, deniz, bol güneş vs.’’ peşine düşerek çıkıp gelirseniz umduğunuzu bulamayabilirsiniz, benden söylemesi. Şehirdeki evi-barkı komple kapatmadan, işi-gücü tasfiye etmeden evvel muhakkak yerleşmeyi düşündüğünüz sahil kasabası, tatil beldesi veya köylerde bir prova süreci geçirin, imkan olursa bir ev kiralayın ve bir müddet geçici düzende yaşayın. Yaşayabileceğinize ikna olursanız kesin kararla gelin, şüpheleriniz varsa veya genel sosyal durum sizin standartlarınıza, kafanıza uymuyorsa kimsenin de size tamamen uymak zorunda olmadığını hesaba katarak lûtfen gelmeyin! * Buralarda bir ‘’yazlıkçı’’ nitelemesi vardır, mâlûm. Yazlık sitelerde, evlerde, birkaç aylığına bu ve benzeri bölgelerde yaşayıp, deniz-tatil sezonu bitince göçmen kuşlar misali kentli hayatlarının konforuna dönen, buraların kışın hangi şartlara göğüs germek zorunda olduğunu bilmeyen çok şehirli tanıyorum. Yazınki laylaylom şartların kışın mücadele edilmesi gereken zorluklara dönüştüğünden habersizdir çoğu. Sürekli yaşamak için kış şartlarının düşünülmesi, yazlık mekânların çoğu kez buna göre tasarlanmamış olduğunun bilinmesi çok önemlidir. Sert bir rüzgâr estiğinde veya şiddetli yağmur yağdığında küt diye elektriklerin kesilmesi, bazen saatler boyunca gelmemesi, su kesintileri yaşanması, araçların çamura saplanması, yollara ağaç devrilmesi, yaşadığınız yerin çok yakınlarına yaban hayvanlarının gelmesi, yazın hizmet veren çoğu yerin kışın kapılarına kilit vurması, olası arızalar karşısında servis, tamirci bulmanın son derece zorlaşması, köylere kargo hizmeti ulaşmaması gibi biz sürekli yaşayanların alışkın olduğu durumlara tahammülünüz kısıtlı ise lûtfen gelmeyin! * Belediye hizmetlerinin kentlerde olduğu gibi olmadığı, herşeyin tıkır tıkır yürümediği ve yerel yönetimler konusunda da ciddi sıkıntılar yaşandığı aşikârdır. Kendinizi ait veya yakın hissettiğiniz siyasi şemsiyelerin genel başarısı adına bilhassa yerel seçimlerde seçmen kaydınızı sürekli yaşamadığınız yerlere aldırarak oralarda oy kullanmayı seçmiş olabilirsiniz. Ancak bu madalyonun da bir öteki yüzü vardır ve bu yüz sizden ziyade buralarda yaz-kış yerleşik yaşayan insanların hayatlarını direkt ilgilendirir. Siz sonbaharda tasınızı-tarağınızı toplayıp, kapınızı kilitleyip bahara kadar çeker giderseniz, oylarınızla desteklediğiniz belediyelerin ve başkanlarının icraatlarını sadece kendi süreciniz içinde değerlendirirseniz muhtemelen çok yanılırsınız. Zeytin ağaçlarının yurt edindiği, uzun deniz kıyılarının ve buna bağlı olarak yapılaşmanın fazla olduğu bölgelerde yerel yönetimler başka her yerdekinden çok daha önemlidir ve siyasetler üstü bir kavramdır. Oyunuzu buralarda kullanıp dönüp gittiğinizde, bir sonraki gelişinizde daha çok sevimsiz villa ve daha az zeytin ağacı, daha çok paralı beach ve daha sınırlı ücretsiz plaj bulmayı kendi siyasi şemsiyenizin başarısı adına kabûl edilebilir buluyorsanız eğer, lûtfen gelmeyin! * Doğa içinde yaşamak güçlü bir çevre bilinci ve kimi yerleşik çevre odaklı alışkanlıklar gerektirir. Çevrenizde bu konuda olup bitenle hiç ilgilenmeyecek, çöpünüzün, molozunuzun bertarafı için ‘’amaaan, benden çıksın da ne olursa olsun, bana ne ya’’ diyecek, bulunduğunuz bölgenin su kaynakları, ağaç sayısı, çevre ve hayvan haklarının gözetilmesi, imar plânlarının durumu ve mevcut yasaların uygulanması ile hiç ilgilenmeyip sadece popüler çevre koruma hareketleri içinde gösteriş için yer alacak, kendi rakı-balık-deniz-güneş-bahçe-teras keyiflerinizden gayrı konuların uzağında kalmayı seçecekseniz lûtfen gelmeyin! Kimse sizden ateşli aktivistler olmanızı beklemiyor ama etrafınızda olup-bitenleri sahiplenmeyecek, gerektiği durumlarda müdahale etmeyecekseniz doğa içinde yaşamanız ‘’sözde’’ kalacaktır. Oysa doğa sizin bahçeniz kadar değil, çok daha geniş ve kapsamlı. ‘’Doğal hayat’’tan ne anladığınızı kendinize sorun, öyle karar verin ve bu konuda yıllardır emek veren aktivistlere destek değil köstek olmak yerine alışkın olduğunuz yerlerde paşa paşa yaşamaya devam edin, lûtfen gelmeyin! Bu liste uzayabilir, ucu açık. Ancak ‘’bir an önce doğaya, sakin bir balıkçı kasabasına veya dağ köyüne kaçmalıyız, oralarda hayat var abi, mis gibi temiz hava, deniz, balık, soba-şömine keyfi, doğada yürüyüş, organik organik (!) gıdalar, kafa rahat, oooh valla’’ klişesinin arka plânında her zaman sizi çok mutlu edecek şartlar sıralanmış olmayabilir. Nimet-külfet dengesini önce kendi içinizde halletmemişseniz geldiğiniz kadar hızlı geri dönmeniz dahi gerekebilir. Boşa zaman, başa emek, boşa harcama, türlü hayâl kırıklığı… Yazık. Yerleşeceğiniz yerin sakini olmayı hedefleyin, kentli alışkanlıklarınızı, kapris ve şikayetlerinizi beraberinizde getirip ortak hayatın huzur ve dengesini allak bullak ederek, herşeyi kendi prensiplerinize göre dizayn etmeye kalkarsanız aradan otuz yıl da geçse gittiğiniz yerin daima ‘’yabancısı’’ olarak kalacağınızı unutmayın. Başka yazılarda görüşmek dileğimle, sağlıklı, huzurlu, bilinçli bir ortak yaşamı hep birlikte yükseltmek üzere…

YORUM EKLE