Okumayı Bilip Okumamak = Okuma Bilmemek

Evet, yine okumanın üzerinde duracağım. Bıkmadan usanmadan.

Şöyle demişti Avrupalı tarihçi; ‘Avrupa’da krallar isimlerini yazamazken, Müslüman memleketlerinde okuma yazma bilmeyen köylü bulamazdınız.’ Sanki çok eskilerden Kelile ve Dimne masallarının egzotik dünyasından bahsedermiş gibi geliyor insana ama değil. Bundan üç yüz sene öncesine kadar böyleydik. Dünyanın en büyük düşünürleri, yazarları, bilim insanları üzerine bastığımız topraklarda doğup büyüdü. İçtiğimiz sulardan içti, gezdiğimiz dağlarda yollarda gezdi. En güzel eserlerini bu memleketlerde verdi.

Ancak gelin görün bugün bir buçuk milyara sahip müslümanların kendi yazarlarını okuyacak insanları yok. İslam ülkelerinin yüzde 55’i okuma yazma dahi bilmiyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin milli gelirlerinden eğitime ayırdığı pay yüzde 5-6 iken bu rakam islam ülkelerinde yüzde 1’i geçmiyor. Milyonlarca insanımızın beyni işlenmemiş çorak topraklar gibi hiçbir mahsul vermiyor. Okullardaki çocuklarımıza hayatı anlamanın metodu öğretilemiyor, öğretmenlerimiz nicelik olarak yetersiz. Çocuklarımızın ruhlarında gizlenmiş olan duygular, yetenekler uyandırılamıyor. Toplum mesleklere sadece maaşının yüksekliğine göre değer veriyor, sanat itibar görmüyor. Doktor olmayı, avukat olmayı, öğretmen olmayı sadece maaşının yüksekliği için istiyoruz. Böyle bir ortamda okuma alışkanlığından, okuma aşkından bahsedemiyoruz.

Bu durumu değiştirip okumak için önce bazı disiplinleri edinmemiz lazım. Milli duygularımızın bir temele dayanması gerek. Duygularımız ölçülü, düzenli ve devamlı olmalı. Anlayışımızı değiştirmeliyiz. Kitap nedir? Okumak nedir? Okumaktan amacımız nedir? Neden okumalıyız? Bu suallerin içselleşip toplumsal hafızamıza yerleşmesi lazım. Okumayı milli bir ödev haline getirmeliyiz. Yoksa TV karşısında gevşeyerek neyi nasıl okuyabiliriz! Okusak bile büyük bir yazarın tek kelimesini dahi anlayamayız.

Hayattaki tek kaygımız para ise okuyamayız. Çünkü kitap okumak para etmiyor ama kitabın tek değeri de okunmasındadır. Düşünceyi küçük görmemeliyiz. Manevi kalkınmamız kütüphane raflarının tozlarını yutmaktan geçiyor. Zekâmızın kibarlaşıp fikren yükselmenin başka yolu yok.

Tek görevi okumak olan üniversite gençliğimiz starbucksı değil kütüphaneleri doldurmalıdır. Bugün çoğu kütüphanede bedava çay kahve hizmeti olmasına rağmen yine de kafelerde kahveye on lira verip ‘bu ülkeden hiçbir şey olmaz’ gibisinden liboş ağızlarla ahkâm kesmek daha kolay. İşte kurtuluş kütüphanelerde. Buyurun vatanı kurtarmaya.

Üniversitelerden mezun oluyoruz ama cehaletimiz gitmiyor. Bugün Türkiye’nin üniversite mezunlarının seviyesi Japonya’nın lise öğrencilerinin seviyesinde değil. Türkiye’de üniversite mezunlarının üçte biri Türkiye’yi coğrafi haritada gösteremiyor, ama dünya üzerinde yerini bilmedikleri vatanlarını çok seviyor! Futbol liglerinin oyuncularının kadrolarını ezbere biliriz ama bu ülkenin en itibarlı şairlerini bilmeyiz. Asalak pop şarkıcılarını hepimiz biliriz ama Kurtuluş Savaşı’nı yapan kadrodan on isim bilmeyiz.

Düşünce çilesi çekmeden efkarlaşılmaz. İnsanlığın tüm birikimi kitaplarda, geçmişi bugüne taşıyan köprü kitap. Okuma bilip okumamak ile hiç okuma bilmemek arasında bir fark yok. Kullanılmayan ilaç gibi faydasız.

Velhasılıkelam aptal kutucukları doldurmak bizi diploma ve statü sahibi yapıyor ama okumuş yapmak için yetmiyor.

YORUM EKLE