Hat
ırlarsınız değil mi? Her yeni yıl kutlamasında birbirimize yazdığımız kartları, mektupları, mesajları… Bende çokça yazardım, çok da alırdım. Bazıları şiirsel olur, bazıları sade, ama konu neredeyse hep aynıydı. Sıklıkla yazdığım bir tane, “yeni yılın size, ailenize, ülkemize ve tüm dünyaya sevgi, mutluluk, sağlık ve barış getirmesi dileğiyle” ne güzel sözcükler değil mi? Gözlerimiz ışıldıyor sözcüklere tek tek değince… En azından yılda bir kez de olsa bu sözcükleri eşimize, dostumuza, ailemize ve daha nice kişilere dillendirmişizdir. Benim senin gibi başkaları da böyle yapar, hatta politikacılar, devlet büyükleri, kimi sanatçılar da aşağı kalmaz onlar tüm halka benzer dileklerini iletirler, reklam panolarında, neon ışıklarının hemen altında yanıp söner isimleri. Herkes bu güzel dilekleri en azından yılda bir kez bile olsa birbirine iletiyor, sevginin paylaşılması, güçlenmesi, çoğalması için çabalıyor. Ne güzel değil mi? Şimdilerde postacı kapımızı ayda yılda bir kez tıklıyor. O da üç abone olduğumuz su-elektrik-telefon faturalarının tahsilâtına birer davetiye olduğu için.Peki, nerede hata yapt
ık? Nerede tepe taklak olduk? Yolunda gitmeyen ne? Niye her televizyonu açtığımızda hep savaş görüyoruz. Neden saat başı haberlerde iç bunaltıcı olan kan rengine bulanmış kareler bize sunuluyor? Havada kan kokuları, sıcaktan cinnet geçirip, uykuda eşini boğazlayanlar, boşanmalar neden artmaya başladı? Her yerde gözyaşı ve şehit cenazelerinde tabutlara sarılıp ağıt yakanların, haykıranların fotoğrafları var. Sorarım nerede hata yaptık*Ne zaman “yeni bir haber var m
ı” diye televizyonu açıyorum, gözlerimin önünden resmi geçit gibi seyiriyor; çığlıklar, trafik kazaları, mecliste ise çocuklarımıza kötü bir model olan, küfürlü milletvekili kavgalarını izlemek zorunda kalıyoruz. Öyle güdülendik ki, Pavlov’un köpekleri gibi akşam yedi haberlerine, sanki kan kokusu ve şiddet içerikli sunumlarla, kanımızın kimyasındaki eksik olan adrenalini büyük bir göz ve ağız ıslanması ile seyredip, şiddet duyguları, kaygıları yükleniyoruz.Ekranlarda tek tek cesetleri say
ıyoruz. Sanki cami hocası olduk her birimiz; dudaklarımızdan üç ihlâs bir Elham okuduktan sonra üflüyoruz az önce izlediğimiz, toprağa girmeden ölenlerimize. Ölenlerin yakınlarını teselli eden ağlak izleyiciler oluyoruz kimi kez de…Bize ö
ğretilen, görsel şiddet. Görüntü kirliliğinden başka bir şey değil.Bir reyting u
ğruna, izlenme rekorları kırılması için toplumun beyinleri şiddetle yıkanıyor. Bunları verince bizlerden çalınanları kimse fark etmiyor mu? Ne mi çalınıyor?Kalbimizdeki güzellikleri…
Güzel ve iyi dileklerimizi…
Birbirimce olan sayg
ı ve sevgimizi…Nerede iyi ve faydal
ı bir şey yaşanmış, haberimiz yok!Kim insanl
ık için hayatını feda etmiş, kim yaşamın önemli eşiklerinden aşıp ilerlemiş?Neden yaln
ızlıklarımıza sığınıp, birbirimizden uzaklaştık?Niçin sevinçlerimiz azalt
ıp, neşe duygusunu yitirdik?Dü
şünüyorum da aklıma şu soru geliyor:Biz nerede ve ne zaman çuvallad
ık?DÜ
ŞÜNMEKTEN VAZGEÇTİĞİMİZDEN BERİ…Kula
ğımın içinde aksi sedaydı bu sözcükler.Kendimiz olabilmek ilkesini; yeteneklerimizin verimli bir
şekilde bağımsız kullanabilme, özgür, eleştirel düşünceye sahip olma, benliğinin sınırlarını aşarak sevme duygusuna ulaşabilmek, insanlara BİZ bilinciyle yönelmek, onlarla kominal işbirliği yaparak gelişmek, sürekli vererek kaybın endişelerini yaşamamakla gerçekleşebilir ancak.Bizler haml
ıktan ve düşünce kirliliklerinden kurtulamadık. Mutlu olama sanatı bizlere öğretilmedi. Anne karnında bile huzursuz ve mutsuz gelişirken bir çocuk, doğduğunda varın artık siz düşünün yaşayacaklarını.Ne ya
şlımıza saygımız kaldı ne de küçüklerimize sağlıklı, bilinçli, saygın duruşlarımızı verebiliyoruz. Bayramlar eski bayramlar gibi değil. Yaşlılarımızın yüzlerinde mutlu ve huzurlu bekleyişlerin yerini ağlak çizgiler aldı. Bayram şekerlerimizin de eski tatları kalmadı. Mutsuz yaşlıları düşününce aklıma çok manidar bir fıkra geldi:…Yurt d
ışında yaşayan bir baba oğlunu telefonla arar:“Gününü mahvedece
ğim için üzgünüm ama annenle boşanıyoruz, 50 senelik eziyete artık bir son vereceğiz oğlum” der.O
ğlu bu gelişen duruma çok şaşırmıştır:“Baba nas
ıl böyle bir şey söyleyebilirsin, hem de tamda bayram öncesinde!”Baba devam eder mutsuz bir sesle konu
şmasına:“Bak o
ğlum, artık annenle birbirimize hiç tahammülümüz kalmadı, kız kardeşine de söyle, ona da bu durumdan haberdar et.” Der ve telefonu kapar yaşlı baba.Şaşıran ve ne yapacağını bilemeyen genç adam hemen kız kardeşini arar, o da kızıp, köpürür, bu yaşta nasıl böyle bir şey yapar bu ihtiyarlar, diye söylenir, duruma el koymak adına kız kardeşi babasını telefonla arar:
“Sak
ın biz gelene kadar boşanmıyorsunuz, hiçbir şey de yapmıyorsunuz, anladın mı baba, hiç bir şey, biz uçağa atlayıp hemen geleceğiz.” Der ve telefonu kapar.Ya
şlı adam sevinçle karısına döner:“Harika, evlatlar
ımız bayramı bizimle geçirecekler, hem de uçak biletlerini kendileri ödeyecekler.”Yukar
ıdaki fıkrayı okuyunca, hem tebessüm ettim, yaşlı adamın çekirdek aileyi bir arada tutma girişimindeki zekice ürettiği çözüm yoluna, hem de uzunca bir zaman düşünmeme neden oldu.“
İhmal edip, unuttuğumuz sadece yaşlılarımız mıydı?”Yoksa de
ğerlerimizi veKEND
İMİZİ Mİ UNUTTUK?
Yorumlar
Kalan Karakter: