Ve aşk, Sadece ve sadece üç harfli bir kelime midir? Can Yücel’in kaleminden -aşk- ne hoş duygu iklimlerine sürüklüyor insanı… “Aşk da önemli olan aynı elleri tutmak değil, Bir ömür hiç bırakmamaktır.” * Sıcacık, güven şırıngalayan sözcükleri bazen yerini sevgilinin yanındayken bile onu arzulamanın özlemini yansıtıyordu: “…Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek…” * Bazen de med-cezirler, handikaplar yaşatıyordu, ustanın kaleminden damıtılan aşk: “Ülkenin, farklı şehirleriydik. Ben sürgün yeri, sen başkent. İlk isyan hep sende başlardı. Cezasını çekmek hep bana kalırdı.” * Ve anlaşılmamanın insan üzerindeki ruh halini incecikten dokunmuş Can Usta, adeta sözcüklerin cangılında RUH bungunluğunu hissettiriyor kişiye: “Bir hayli kırgınım. Beni anlamadığın kelimelerin, aslında her şeyi anlatıyor oluşlarına kırgınım. “ * İlginç olan da biraz AŞK’A kırılmış şairimiz, bu konuda haklı da; ” Gidene söylenecek söz yok, sevse zaten gitmezdi; ama gelene de pek sevinmemek gerek, çünkü o da başkasından geldi. “ * İnsan sevdiği ile duygu dalaşına girdiğinde GİT diyebiliyor. Ya sonrası? Bu konuda yine şaire danışıyorum, zira işin içinden çıkamıyor kalemim: ” Git demek kolay ama gittikten sonra üzüleceksin. “Eğer git diyebilecek kadar güçlüysen, hoşça kal deyip susmasını da bileceksin. “ * Peki, gidenin ardından, susabilir mi seven yürek? Yoksa derin bir boşlukta mı hisseder kendisini. Kanatsız kalmış yavru kuşlar gibidir. Pişmanlık adeta boğazında yağlı bir urgan, keşkeler dilinin ucunda acı baharat tadındadır. Şair biraz külhanbeyi edasını da takınıyor. Öyle ki, harflerle mantık oyunu oynayıp, yapay sevdalılara pervasız atıflarda bulunuyor: ” Üç harf yan yana kaç şekilde gelir bilir misin? AŞK dersin.. SEN dersin.. BEN dersin.. Sen, ben biter; BİZ dersin. Gün gelir GİT dersin.. Peki, DUR kelimesinden haberdar değil misin? DUR demeyi bilmez misin? GİT demek kolay, DUR diyebilecek kadar yürekli misin? Gidiyorum ben boş çakallar, sıçmışım ortalık yerinize. Kıçımın fosforuyla aydınlanın SİZ artık. “ * Şair kimi zaman umutsuzluk ateşiyle yanarken, kimi zaman da yüreğini yeni sevdalara açık tutuyor. Üstelik de yüreğinin kapılarını daha da temkinli açmayı düşünüyor. Hayal kırıklıklarını yaşamamak adına bakın nasıl bir çözüm üretmiş: “Birini seveceksen, onu her şeyinle sevme. Çünkü bittiğinde; Onu unutamamana değil, unutamayacak kadar çok sevdiğine yanarsın.” * Daha sonra şair yüreğinin kilitlerini, gönlünün zincirlerini kırıyor. Sevdiğine şartlar sunuyor. Öyle ki, sevmenin koşullarında, adeta iki seven ruhun birlikteliğini –sonsuzlukla- kutsuyor. “…Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı.” * Ne zaman Can Yücel’in dizelerini okusam, kendimi daha özgür, bir o kadar da özgüvenli hissetmeme neden oluyordu, dizelerinin arasında dolaşırken gözlerim, yüreğimle aklım arasında ahenkle uçuşuyordu sözcükleri… Düşünmemi de sağlıyordu usta, çünkü şiirleri onun felsefi ekinleriydi, bende onun gönül tarlasındaki olgunlaşan başakları biçmekteydim. İşte ölmemek bu olsa, bunun gibi bir şey olsa gerek… Şimdi bana –nasıl?- sorusunu soracağınızı hissediyorum. Gelin bunun yanıtını, yine aynı yazın ustanın gönül tarlasında arayalım: Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet. Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım. Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, Kendi yolumu çizdiğimde anladım.. Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil.. Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.. Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım.. Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, Neden hiç ağlamadığını anladım.. Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, Gözyaşımı kahkaha çevirdiğinde anladım.. Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş, Çok acıttığında anladım.. Fakat hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını, Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.. Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet, Yüreğini elime koyduğunda anladım.. ”Sana ihtiyacım var, gel! ” diyebilmekmiş güçlü olmak, Sana ”git” dediğimde anladım.. Biri sana ”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek, Git dediklerinde gittiğimde anladım.. Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.. Özür dilemek değil, ”affet beni” diye haykırmak istemekmiş pişman olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım.. Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış, Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım. Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.. *** Anlaşılmak ve anlamak kaygılarından özgür kalıp da anlaşıldığımız duygusunu yüklenerek içimizdeki şımarık çocuğu –sevgi- ile beslediğimiz an uslanacağını kavradığımızda yaşamın en hoş renkleri ile ruhumuz yıkanacaktır. Kırma ve kırılma duygularından uzak yaşamanız dileklerimle. Teşekkürler be Can Baba… İyi ki yaşamışsın gönlümüzde… Teşekkürler be okuyan… İyi ki değdi gözleriniz yazılarıma. Teşekkürler bu satırları yazmama neden olan AŞK’A… Şiirle kalın… Ve hep SEVGİYLE…
Yorumlar
Kalan Karakter: