“Köhne fikirler paslı çivilere benzer. Kolay kolay yerlerinden sökülmez.” Cenap Şahabettin. Her 08 Mart yaklaşmadan öncesi Dünya Kadınları Günü için bir yazı yazma gereği duyumsarım. Kafamdaki kadını; her türlü şablondan, önyargılı düşüncelerden arındırıp, geçmişten geleceğe, aydınlığa özgürce kavuşturma heyecanı ile sarılırım kalemime. Kadını özgürleştirmek düşüncesiyle Onu yaşadığı toplum dayatmalarından çekip alma isteği ile kalemime sınır çizmeden hem de… Ve lütfen bu yazdıklarımı, “feminist düşünce kavramlarını içeriyor” düşüncesiyle yazdığımı algılamayın. Yerli ve yabancı basında yer alan haberlere göz attığımda yine içim buruldu. Bir kaçını alıntı yapacağım: Ailem beni kocama resmen sattı.” “ Hamileyken dövdü, çocuklarımı düşürmeme sebep oldu. Dayanamadım kaçtım, aileme sığındım, 'o kocandır, döver de sever de diyerek beni geri verdiler.” Otuz yıldır evliyim. Kocam bana sürekli hakaret edip dövüyor. Hamileyken eşim beni terk etti. 4 yıllık evliyiz ama çocuğumuz olmuyor. Bu yüzden sürekli aşağılanıyorum. Ben artık kocamdan boşanmak istiyorum, ama cesaret edemiyorum. Dayım bana tecavüz etti. Aileme söyleyemiyorum. Sürekli öldürmekle tehdit ediyordu. Ne zaman makyaj yapsam, abımdan küfür/hakaret işitiyor, dayak yiyordum. 20 yıllık evliyim, eşim ne zaman annesine gidip, eve gelse bana şiddet uyguluyor, dövüyordu Bende onu uykudayken kestim. Televizyonlardaki mankenlere benzemedim, diye kocam beni boşamak istedi. Doğumdan sonra kilo aldım, diye eşim beni başka kadınlarla aldatıp evi terk etti. “Sekiz yaşındaki kız çocuğu ölü bulundu. Yapılan otopside, tecavüz ve darp sonucu öldürüldüğü tespit edildi.” “Bursa’da eli ve başı kesilmiş, kimliği belli olmayan otuzlu yaşlarda bir kadın cesedi bulundu.” Gördüğünüz gibi koca dayağı, tecavüz, şiddet ve cinayet davaları ülkemizde oldukça fazlalaşmış durumda. Kadını hor gören, şiddet, güç kullanarak onu aşağılayan ülkeler sadece biz değiliz. Cenap Şahabettin’in “Kadınlarımız” adlı eserinde okumuştum: “Eski Yunanistan’da kadın doğum yaptıktan sonra kocası hemen hamakta yatar tam kırk gün doğum yapmış kadın o kocaya yeme içme hizmeti yaparmış.” İşte bir eziyet, işte bir çile, bir vahşet örneği de Avrupa da yaşanmış, günümüze modern tıbbın acılı hazin, acılı bir doğum hikayesi: Hikâye şöyledir: “…Fi tarihte Sezaryan isminde bir adam varmış. Her ne kadar bu kişi Roma İmparatoru J.Sezar’ın babası ile karıştırılsa da okumuş olduğum sağlık ansiklopedisinde -Sezaryan adındaki bu adam- sıradan bir halk adamı olarak anlatılmış. “…Karısıyla tartışmış, güç kullanıp onu öldürmüş. Cesedini de yakmadan önce bakmış ki karısı çocuğunu taşıyor, bıçağı kaptığı gibi karnını kesip çocuğu çıkartmış. Sonra da karısını yakmış. “ “Sezaryen Doğumunun” günümüze kadar nasıl taşındığının öyküsünden de anlaşılıyor ki tam bir vahşete tanıklık ediyoruz. Görülen o ki, geçmiş batı tarihinde aydın, becerikli, hastalıkları bitkilerle tedavi eden kadınları “cadı” diye yakmışlar, kadınına itibar yok sayıp aşağılamışlar. Ülkemizde kadının konumunu anlatmaksa sözcükler yetmez. Öncelikle kadın ve özgürlük, dediğimizde neyi anladığımızla neyi anlamadığımızın üzerinde durmamız gerekir. Ancak bunu çözdüğümüzde gerçeğe varırız Öyle ya, önce baba kütüğü, sonra koca kütüğüne geçen kadın; -babaya ve kocaya karşı çıkmazsa cennetlik, çıkarsa cehennemliktir- kara düşüncelerle nasıl özgürlüğü solusun? Kadın, gerek öz ailesinde, gerek evliliğinde, gerekse toplum ve iş yaşamında aklına, mantığına ve gönlüne göre davranamıyorsa özgür değildir. Ona ikinci sınıf vatandaşı yaftası yapıştırılıp kimlik verilmişse, “sen git kocan gelsin” diyerek değer biçiliyorsa da özgür değildir. Kadın kendini geliştirerek, kültür ve birikimlerine sahip olabiliyorsa, seçme ve seçilme hakkına sahipse, yaşamdaki amacı kendi ayaklarının üzerinde duran, kimseye gereksinim duymadan kendine yetebilen kadın, ancak özgürdür. Bastırılmış duygularından arınmışsa, ancak mutlu bir kadındır. Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun’un kadınlar üzerine bir konuşmasında; “gerici özgür kadını sevmez,” diye düşüncesini ifade ederken, bunun nedenlerini şöyle sıralar: “Özgür kadın demokrasidir. Köle olmaz. Mirasını ister, birey olarak tanınmak ister, söz hakkı ister, eşitlik ister. Dayak yiyip, aşağılanıp, itilip-kakılmak istemez.” Günümüzde kadınlarımıza hem sözel, hem de fiili şiddet uygulanıyor. Üstelik vahşice, insanlık-dışı öldürülmelerine tanık oluyoruz. Kadının özgürleşmesinden yana olan Duygu Asena toplumu acıtan, dava dosyalarımızın şişmesinin asıl noktasına parmağını basıyor. Dikkate alınırsa; kanayan yerimizin artık kan kaybetmeyeceğinin inancındayım: “…Anneler- babalar, kızlarını yaşatmazlar. Çoğumuz, özgür olmak için evleniyoruz. Yapamayacağınız öyle çok şey var ki, işte bütün bu şeyleri yapmak özgürlük oluyor, evleniyorsunuz. Oysa imzayı attınız mı artık siz evli bir kadın'sınızdır..” Çevremde o kadar çok boşanmış kadın var ki, hele çocukları da varsa, üçüncü esaret hayatlarını yaşıyorlar. Anneler, kızları başında şeffaf hareleri ile kutsal bakire olarak, televizyonun karşısında otursun, orada ikinci bir beyaz atlı prensi beklesin istiyorlar. Hiç psikiyatrlara danıştınız mı, depresyon geçiren genç kadınların sayısı ne diye...” Annelik gibi kutsal bir olguya sahip kadını yüceltmeyen, yeren erkek egemen toplumlarda kadına şiddet onaylanırken o toplum gerilemeye tutsaktır. Peki, neden hala gün ağarmıyor yurdumuzda? Neden gece gündüze kavuşmuyor? Kendi sorduğum soruya yine kendim: “Cehaletin zincirleriyle bağlı da ondandır” diye yanıt vereceğim. Zira cehaletin ve karanlığın öldürücü zehri önce kadınlarımıza bulaşıyor: Ardından çocuklarımıza, sonra da toplumu zehirliyor. Basında, görsel medyada tecavüz ve ölüm haberleri işte bu çürümüş, kokuşmuşluğun en somut örneğidir:“hamileler sokağa çıkmasın, kısa giyersen fahişesin, gülersen malsın, sakız çiğnersen günahtır, koca dayağı cennet sopasıdır, kadını dövmek dinimizde vardır, vs…” gibi… Bir de atadan gelme halk arasında söylenen, mantığa uygun olmayan, cinsiyetçi, ayrımcılığı, kadını aşağılayıcı, şiddete yönlendiren yanlış deyişlerimiz vardır bizim: İşte birkaç örneği size; Kız çocuğu ya er koynunda, ya yer koynunda. Keseye kadın eli girerse bereket gider. Saçı uzun, aklı kısa Alma soysuzun kızını, sürer anasının izini. “Tarlayı taşlı yerden, kızı kardeşli yerden alma.” Kadın erkeğin elinin kiridir. Kadın erkeğin şeytanıdır. Kadın kocasının çarığı, anasının sarığıdır. Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin. Halayıktan kadın olmaz, gül ağacından odun. Sonuç olarak; Özgür kadın sanat demek, kültür demek, edebiyat demektir. Kadınların özgür olmadığı bir ülkede güneş doğmaz. Karanlıktır. Ve karanlıklar aydınlıkları boğar. Kadına değer vermek; onu yaşadığı toplumda baskı altına almak değil onu özgürleştirmek olmalıdır. Kadına değer vermek; ona aşk şiirleri yazmak, sevda türküleri okumaktan çok ona yasal haklar tanıyarak özgürlük tadını verebilmektir. Bu da ancak ülkemizdeki kadın hakları; yasalar önünde erkekle, eşit olarak korunduğunda yaşama geçer. Çünkü özgür kadın demek, özgür toplum demektir. İşte şu anda Nazım’ın “KADIN” adlı şiiri düştü usumdan, dudaklarım ister istemez mırıldandı dizeleri: Işık içinde uyusun: “Kimi der ki kadın Uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın Yeşil bir harman yerinde Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki hayalimdir, Boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi der ki hamur yoğuran. Kimi der ki çocuk doğuran. Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, Hayat arkadaşımdır.” (Nazım Hikmet) Gerçek şu ki, günümüze dönersek biz halen; Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir. Atasözüne yakışanı uygulayan, halen töre kurbanları veren, erkeğin egemen olduğu gelenekçi bir toplumda yaşıyoruz. Kadın altın şamdan da sunsa, saçını süpürge de etse çilesi bitmiyor. Kadının saçı uzun aklı kısadır./Vur ensesine al lokmayı! düşüncelerle erkek egemen çocuklar büyütürse aynı toplum; sonuç değişmeyecektir. Ne diyelim? Nazım Usta gibi düşünen erkeklerimizin artması dileği ile… Ülkemdeki ve dünyadaki bütün kadınların, 08 Mart Dünya Kadın Günü Kutlu olsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: