REZİDE DANSTAN SONRA

REZİDE DANSTAN SONRA 

Yıl 2014. İSTANBUL/Kartal'da kirası ucuz diye tuttuğum bir odalık Rezi'de Dans'ta çıkan masrafları sebebiyle baş edememeye başlamıştım. Yaklaşık bir yıl sonra, emekli olmadan önce çalışırken yıllarca oturduğum Yakacık'a tekrar taşınmıştım. Evi yerleştirdikten sonrası 2015 Ocak ayının ilk haftasıydı. Ara sıra değişiklik iyi gelir ya insana, ben de çay içimlik dinlenmek için çıkmak istemiştim dışarıya. Öğretmenlik yaptığım yıllarda, öğrencilerle okul gezisi olarak gittiğimiz piknik alanının ana yol kenarında belli aralıklarla kafeler vardı. Kar yağıyordu. Saat 17.00' ye yaklaşmış ikindi vaktiydi. Kış günü günler kısaldığı için hava karanlıktı. Çocukluğumda ANKARA/Keçiören'deki yokuşun tepesindeki evimizde sokak lambalarının ışığında karın lapa lapa yağacağı günlerin gelmesini, kışın sobalı evin zorluğuna rağmen özlemle bekler ve o günler geldiğinde uyumadan önce pencereden karlı geceyi seyretmeyi çok severdim. En çok da çam ağacının, üzerinde birikmiş karlarıyla görüntüsü harika olurdu. Ertesi günü kar topu oynamak isteğiyle içim içime sığmayarak ve bahçede kardan adam yapmayı düşleyerek uyurdum. Çocukluğumdaki karlı günleri anımsatan bir gündü. Kafenin önüne geldiğimde yan tarafta metal çöplük ya da konteyner diyebilirim ve sokak lambasının olduğunu fark ettim. Lambaya baktığımda, yoğun yağmaya başlayan lapadan karı, ışığın aydınlığına karışarak beraberce gözlerime bıraktıkları şölenle hayranlıkla izlemeye başlamıştım. Beş altı basamak kadar merdivenden çıkınca tam karşımda tasmalı büyük bir köpeğin oturmuş halde olduğunu gördüm. Havlamıyordu. Yanından geçtim. Sol taraf kafe idi. Birkaç adım yürüyünce ağaçların kara bürünmüş muhteşem manzarasını biraz seyrettim. Çay içmeden önce, elimdeki telefon ile ağaçların fotoğraflarını çekmek istedim. Kafenin arka bahçesindeydim ve kafeden yayılan ışık az da olsa ortalığı aydınlatıyordu. Fakat ne olduysa ben fotoğraf çekerken, büyük ihtimalle telefonun flaşı sebep olmuştu. Bahçenin arkasındaki ormanlık alandan can köpekler havlayarak üzerime doğru gelmeye başladı. Bahçe çiti arasında boşluklar varmış ki bir anda etrafıma toplandılar. Koşar adımlarla ön bahçeye ilerlemeye çalışırken onlar da yanımda havlaya hoplaya zıplaya benimle gelirken karlı zeminde ayağım kaymıştı. Bir anda yüz üstü yere düştüm. Yerden kalkmak isterken burnumun biraz kanadığını fark ettim. Hızlı hızlı elimle silmeye çalışmıştım. Sayıları o kadar çoktu ki, belki yirmiden fazla olabilirdi. Öyle olmasına rağmen bana hiç zarar vermediler. Aralarından doğrulup ilerlemek isterken tekrar ayağım kaydı ve ortalarına bu sefer sırt üstü düşmüştüm. O anda havlama sesleri kulağımdayken gözlerim gökyüzü ile buluşmuştu. Kıpırdama diye içim bana sesleniyordu. Ve yine iç sesimden imdat, yardım edin diye feryatlar sadece boğazımda düğümleniyor, hiç sesim çıkamıyordu. Gökyüzü, ben, başımın sol tarafında sürekli başımın sağ tarafındaki köpekle havlaşan tasmalı köpek, diğerlerini de havlaya havlaya gönderdi. Sadece ayak ucumda karşılıklı birbirine havlayan ve başucumdakiler ile toplamda dört can köpek vardı. Yüzüm gökyüzüne doğru adeta sabitlenmiştı. Ben hareketsiz de olsam gözlerimi aşağı indirince, sağa sola kaydırınca onların dördünü de görebiliyordum. Kurtulamayacağımı ve başımı oynatırsam başımı kapacaklarını hissediyordum. Kaskatı olmuştum. Tasmalı can havlaya havlaya üçünü de gönderdi. Onun alanıydı tabii. Bide ben yerdeyim, kafası karışmıştır, bahçede ne oluyor diye. İçim duyuyordu beni ve hep içimden konuşuyordum.. Allah'ım diyordum, beni kendine ayırdı, o beni kendine ayırdı.. Yine içimden, başucumdan gitmesi için dua ediyordum. Zaten dışıma kilitlenmişim konuşamıyordum. Zaman durmuştu sanki. Ortalık sakinleşmişti. Halen hiç kıpırdamıyordum. Tasmalı olan köpek bacağıma doğru ilerledi. Işığın etkisinden mi bilmem gözleri çok kırmızı görünüyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzündeyken gözlerim, sol ayak parmağımın seğirmesiyle aynı anda bacağımda elma ısırığı gibi ve kemiğimden de küt diye bir ses işittim. Yün tayt giymiştim. Kot ya da kalın kumaş olsaydı bacağımda hasar az olabilirdi sanırım. Yine hiç kıpırdamıyordum. Ve en ufak acı hissetmiyordum. Bağırmak istiyordum, İçim bağırıyor ancak hiç sesimi çıkaramıyordum gene. Yan taraftan kapı sesi duydum. Mutfakta çalışan kadınlardan biri "Aman Allah'ım!.. Köpeklerin yemekleri bir saat gecikmişti. Onlar yemeklerini bekliyordu. Her zamanki gibi havlıyorlar diye seslerine çıkmadık" dedi. Baktım bacağımdan etlerim saçak saçak sallanıyordu. Yaralar mikrop kapmasın diye ilk müdahaleyi sağ olsunlar mutfaktaki üç aşçı kadın yapmıştı. Hiçbir şey ve en ufak acı hissetmiyordum, ama hiç. Sonra Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi'ne taksiyle yetiştirildim. Genç delikanlı bir doktor "Yara çok derin, köpek ısırığı dikiş tutmaz, önce yaraya şırınga ile ilaç vereceğim, ilacı verirken gözlerimin içine bakın" dedi. İlacın dokunup dokunmayacağını anlamak için.. "Neden, neden dedim hiç acı hissetmiyorum ve neden bağırmak istesem de bağıramadım? Gencecik doktorun gözleri dolmuştu. Gözlerinden yaş süzüldü, yutkundu. "Çünkü şoktasınız, acı da hissetmezsiniz. İki üç gün daha acı hissetmeyeceksiniz" dedi. Eve döndüğümde bir ara elimle başımın arkasına dokunduğumda tam ceviz büyüklüğünde şişlik vardı. İkinci düşüşümde kafamı sert vurmuştum. Şişlik sebebi bu olmalıydı. O da hiç acımıyordu. İlerleyen günlerde belli aralıklarla pansuman ve kuduz aşısı için hastaneye gitmiştim. Köpek kuduz değilmiş. Ağrılarım oldu elbette ve yürüyebilme zorluğu çekmiştim. O günlerde benimle uzun süre irtibatı devam ettiren İSTANBUL/Kartal Belediyesi'ne ve gece gündüz bizlerin sağlığı için fedakarca çalışan doktorlarımıza, dünyanın neresinde olursa olsun canla başla çalışan tüm sağlık ekiplerine sonsuz teşekkürler.

"Elinka"  Emel Güneş 

YORUM EKLE