Bazı kendini bilmezler İzmir için “gavur” der; oysa bana göre İzmir çok özel, çok kıymetli bir şehirdir.
Bugün sizlere bu güzel kentin 70’li ve 80’li yıllarından, yani gençlik dönemimden birkaç anekdot aktarmak istiyorum. Hem biraz gülelim hem de geçmişe dalalım.
İzmir’in semtleri gerçekten çok özeldir; her birinin kendine has yaşam biçimi ve sokak alışkanlıkları vardır. Benim doğup büyüdüğüm yer, Kuruçay’ın hemen üstündeki Boğaziçi’ydi. Hilal, Tepecik (Yenişehir), Kahramanlar, Levent, Gültepe, İkiçeşmelik, Eşrefpaşa, Kuruçay, Kordon, Çamdibi, Karşıyaka… Hepsi ayrı bir dünya, ayrı bir renk, ayrı bir güzellikti.
Geçen akşam, Boğaziçi’nde birlikte büyüdüğümüz arkadaşlarla, Buca’ya taşınan Neval-Ahmet çiftinin evinde buluştuk. Ben eşim Emine, Aysel-Adem ve Tansaş’ta uzun yıllar birlikte çalıştığımız muhasebe müdürü, mali müşavir dostumuz Hasan ve eşi İlknur ile oradaydık. İlknur ve Hasan’ı da dostluk grubumuza dahil ettik. Hepimiz yıllar içinde Boğaziçi’nden taşınsak da bir aksilik olmazsa ayda bir kez mutlaka birimizin evinde buluşuruz. Yemek, içmek, gırgır şamata derken saat nasıl geçiyor anlamıyoruz. Çocukluk ve gençlik anılarımızı anlatıyoruz; eşlerimiz de bazen muhabbetimize katılıyor, bazen biz onların sohbetine dahil oluyoruz.
Bu güzel dostluğumuz yıllara dayanıyor. Ailelerimiz birbirini tanır, gelip giderdi. Biz çocuklar büyüdük ama hiç kopmadık; tabiri caizse kan bağı olmayan akraba gibiyiz. Gençliğimizde her akşam beraberdik. Evlendik, yine değişmedi; her akşam birimizin evinde toplanır, yer içer, kağıt oyunları oynardık. Oyunlarımız çok zevkli olurdu; amaç birbirimizi kızdırmaktı.

Hafta sonları eşlerimiz ve çocuklarımız birimizin evinde toplanır, sonra bizler Kaptan’ın kahvesine giderdik. Orada diğer arkadaşlarla buluşur, ardından gırgır şamata eşliğinde Alsancak Stadı’na yürürdük. Karşıyaka, Göztepe, Altay, Altınordu veya İzmirspor maçlarını izlerdik.
Birinci ligde oynayan takımların rakipleri üç büyükler değilse maçlar Alsancak Stadı’nda olurdu. Biz de Boğaziçi’nden kalabalık bir grup halinde şenlik havasında yürürdük. Stadın duvarına tırmanır, görevli yoksa örümcek gibi aşağıya iner, maçı izlerdik. Yakalanan arkadaşımız dışarı çıkarılırdı ama kısa süre sonra aynı yöntemle tekrar içeri girerdi. Bu yöntemle yalnız biz değil, neredeyse her mahalleden maç meraklıları stada girerdi.
Bir gün yine böyle bir maç için yola çıktık. Her hafta bizimle maça gelen bir abimiz duvardan inerken ayağı kaydı ve yaklaşık iki metreden beton zemine düştü. Ayağı kırıldı ama maç bitene kadar hastaneye gitmedi. Maçtan sonra hastaneye gitti, ayağı alçıya alındı. İyileştikten sonra aynı şekilde stada girmeye devam etti. Bu yöntemle İzmir’de maçları izlemeye giden çok insan vardı. O duvarı tırmanmak ve yakalanmadan inmek büyük bir heyecan veriyordu. O gece bu anıyı konuştuk; ne yazık ki o abimiz vefat etti. Ruhu şad olsun.
Kısacası, bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz gerçekten çok güzeldi. Fakirdik belki ama onurluyduk. Dostluklarımız o günlerden bugünlere taşındı. Birimizin canı sıkılsa konu komşu hemen yardıma koşardı. Böyle dostlukları bugünlerde görmek biraz zor.
Eski dostlarla geçmiş günlere daldık; kahkahalar birbirini izledi.
Sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Kalan Karakter: