Siyaset üzerine yazacaklarımın büyük bir bölümünü aslında hemen herkes biliyor veya tahmin edebiliyor. Bir kesim yanlışları dile getirip kötü adam oluyor, bir kesim ise farkında olmasına rağmen sessiz kalmayı tercih edip umursamaz davranmayı tercih ediyor.
Politika kelimesini devlet işlerinin yürümesiyle ilgili bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Siyaset, gruplar arasında kararların alındığı; bireyler arasındaki güç ilişkilerinin, kaynakların dağıtımının veya statü gibi etkileşim biçimlerinin şekillendiği bir dizi faaliyeti ifade eder.
Ne var ki günümüzde, siyaset “yalan söyleme sanatı” olarak da tanımlanır.
Seçim Öncesi ve Sonrası Çelişkiler…
Ülkemizde hem genel siyasette hem de yerel siyasette bu tabloyu sıkça görüyoruz. Seçim öncesi birbirine hakaret edenler, iftira atanlar, “bak onlar seçilirse şunları yapacaklar” diye yalan söyleyenler; iktidara geldiklerinde ise söyledikleri olumsuz şeyleri kendileri yapıyorlar.
Yerel seçimlerde de benzer bir durum yaşanıyor. Ön seçim yapılacağı söyleniyor, sonra yapılmıyor. Parti genel merkezi sorumluluğu il ve ilçe yönetimlerine bırakıyor, onlar da suçu merkeze atıyor. Oysa bazı ilçelerde söz verildiği için ön seçim yapılıyor. Neden her yerde yapılmıyor? Çünkü ön seçimle gelen birini kontrol edemezler. Onlar için önemli olan partinin iktidar olması değil, parti içindeki kendi iktidarlarıdır. Bu yüzden sosyal demokrat partilerde bile ön seçim yerine atama tercih ediliyor. Çünkü atadıkları insanı çok rahat kullanabiliyorlar, atanan insanlarda bir sonraki seçimde de koltuğunu korusun diye ses çıkarmıyor çünkü ses çıkaranlar itiraz edenler bir daha o koltuklara atanmıyorlar.
İftiralar, Hakaretler ve Menfaatler...
Aynı partiden yol arkadaşları birbirine iftira atıyor, rakiplerinin afişlerini indiriyor, hatta afiş asan kendi partidaşlarını dövdürüyor. Birbirine ağır hakaretler edenler, bir süre sonra kol kola giriyor. Koltuğa oturmasına vesile olan arkadaşlarını, akrabalarını satıyor; gözü daha yüksek makamlarda oluyor.
Belediye başkanı atanmadıklarında, atanan kişiye ağır hakaretler ediyorlar. Sonra aynı kişiyi övüyor, yanına yanaşıyor, akrabalarını işe aldırıyorlar. Hemşehricilik, mezhepçilik ve para siyasetin belirleyici unsurları haline geliyor.
Bu noktada Türk siyasetinin usta isimlerinden rahmetli Osman Bölükbaşı’nın o güzel sözleri aklıma geliyor:
• “Dün sövdüklerini bugün övenler, dün övdüklerine bugün sövenler göstermiştir ki; köpekler her avcıyla ava çıkarlar.”
• “Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim, en karlısının din ticareti olduğunu gördüm.”
Bölükbaşı bugün yaşasaydı, eminim çok daha keskin sözler söylerdi. Mesela:
• “Akraba dedim, koltuğa makam sahibi yaptım; o ise gözünü benim koltuğuma dikti.”
• “Ağız dolusu hakaret ettiği atama belediye başkanına, daha sonra emireri oldu.”
Menfaatleri önceliği oluyor. Beş benzemez bir araya geliyor, insan “bunlar nasıl aynı karede bir araya geldi” diye şaşırıyor. Sonra anlıyorsunuz ki kişisel menfaatler, toplum menfaatlerinin önüne geçmiş. Her gelen belediye başkanıyla dost olanlar, menfaatleri gerçekleşmeyince eleştiriye başlıyor. Her belediye başkanı kusurlu, ama kendileri hiç değilmiş gibi davranıyorlar.
Bir bakıyorsunuz, meclis üyesi olmuş; yine birilerini satmış mı diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Bizdeki siyaset, gelişmiş ülkelerin, Avrupa’nın çok gerisinde. İktidarıyla muhalefetiyle, koltuğa oturan bir daha kalkmak istemiyor. Yıllarca parti başkanlığı yapıyor, partisini iktidara taşıyamıyor ama koltuğu bırakmıyor. Avrupa’da böyle bir lider örneği var mı?
Osman Bölükbaşı’nın mekanı cennet olsun.
Ülkemizde siyaset, çoğu zaman halkın çıkarlarından çok kişisel çıkarların gölgesinde yürütülüyor. Oysa gerçek siyaset, toplumun ortak menfaatlerini gözetmek, dürüstlük ve adaletle yol almak olmalı.
Sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Kalan Karakter: